28 Şubat 2009 Cumartesi

TUTACAK BİR ELİNİZ OLSUN !

Bir yaz günü plajda oturuyor kumlarla oynayan iki çocuğu seyrediyordum...

Her ikisi de deniz kıyısında kapılarıyla, kuleleriyle, tünelleriyle, kocaman bir kale yapmak için beraberce harıl harıl çalışıyorlardı...

Kale neredeyse tamamlanmışken büyük bir dalga gelip kaleyi bozdu...

Herşey bir anda ıslak bir kum yığınına dönüşmüştü...

Bütün uğraşlarının bir anda gözlerinin önünde yok olduğunu gören çocukların gözyaşlarına boğulboğulmalarını bekliyordum...

Ama çocuklar beni şaşırttı...

Ağlamak yerine, ikisi de kalkıp el ele tutuştular ve gülerek kıyıdan biraz daha uzaklaşıp yeni bir kale yapmaya giriştiler...

Çocukların o anda bana önemli bir ders verdiklerini farkettim...

Hayatınızdaki herşey yapmak için üstünde çok zaman ve enerji sarfettiğimiz her karmaşık yapı aslında kumdan yapılmşlardır...

Sadece başka insanlarla kurduğumuz ilişkiler ayakta sağlam kalabilir...

Er ya da geç bir dalga gelip kurmak çin yoğun çaba sarfettiğimiz çalışmaları anında yıkabilir...

Böyle bir durum karşısında, sadece yanında tutacak bir eli olan insan gülümseyebilir...

25 Şubat 2009 Çarşamba

HER ŞEY YETERLİ OLSUN ...

Geçtiğimiz günlerde, havaalanında bir baba ile kızının son dakikalarda aralarında geçen konuşmaya kulak misafiri oldum.

Kızın bineceği uçağın kalkmak üzere olduğu anons edilmişti. Güvenlik kapısının yanında duruyorlardı. Birbirlerine sarıldılar ve baba "Seni seviyorum. Her şey yeterli olsun" dedi.

Kız, "Baba, birlikte geçirdiğimiz günler gereğinden fazla güzeldi. Sevgin, ihtiyacım olan tek şey. Ben de senin için her şeyin yeterli olmasını diliyorum, baba" diye karşılık verdi. Birbirlerini öptüler ve kız ayrıldı.

Baba, yanında oturduğum pencereye doğru yürüdü. Ayakta dururken ağlamak istediğini ve buna ihtiyacı olduğunu görebiliyordum. Özel konulara girmemeye çalıştım; ama "Birine sonsuza kadar ayrı kalacağınızı bile bile hoşçakal dediniz mi hiç?" diye sorarak adeta beni sohbete davet etti. "Evet" diye yanıtladım. Bunu söylemek, beni anılara, benim için yaptıklarından ötürü babama duyduğum sevgiyi ve minneti ifade etmeye çalıştığım anlara götürdü. Zamanının sınırlı olduğunu bildiğimden, benim için ne kadar önemli olduğunu yüzüne söylemek için özel zaman ayırmıştım. Dolayısıyla, bu adamın neler hissettiğini anlıyordum.

"Sorduğum için bağışlayın; ama neden bu sonsuza kadar sürecek bir veda?" diye sordum. "Ben yaşlıyım; o da çok uzakta yaşıyor. Önümde bazı ciddi mücadeleler var. Gerçek şu ki, onun buraya bir sonraki gelişi cenazem için olacak" dedi.

"Veda ederken 'Her şey yeterli olsun' dediğinizi duydum. Bunun ne anlama geldiğini sorabilir miyim?" Gülümsemeye başladı "Eski nesillerden kalma bir dilek. Annem ve babam, bunu herkese söylerlerdi."
Bir an duraksadı; sanki daha detaylı olarak hatırlamak istermiş gibi baktı; kocaman gülümsedi.

"'Her şey yeterli olsun' dediğimizade, karşımızdaki kişinin onu ayakta tutmaya yetecek kadar güzelliklerle dolu bir yaşam sürmesini dileriz" diye devam etti ve bana dönerek şu dizeleri ezbere okudu

"Aydınlık bir bakış açısına sahip olmana yetecek kadar güneş diliyorum.
Güneşi daha çok sevmene yetecek kadar yağmur diliyorum.
Ruhunu canlı tutmaya yetecek kadar mutluluk diliyorum.
Yaşamdaki en küçük zevklerin daha büyükmüş gibi algılanmasına yetecek kadar acı diliyorum.
İsteklerini tatmin etmeye yetecek kadar kazanç diliyorum.
Sahip olduğun her şeyi takdir etmene yetecek kadar kayıp diliyorum.
Son 'Elveda' yı atlatmana yetecek kadar 'Merhaba' diliyorum."

Sonra hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı ve yürüdü gitti.

19 Şubat 2009 Perşembe

Matematik öğrenemiyorsanız dikkat!

Matematik öğrenemiyorsanız dikkat!

Matematik öğrenemiyorsanız dikkat!
Toplum olarak matematik notumuz kırık. Yapılan araştırmalar ise matematik öğrenememenin de bir hastalık olduğunu gözler önünü seriyor. Peki, nedir bu hastalık ve tedavisi ne?
Söz konusu hastalığın adı Dyscalculia; matematik öğrenme bozukluğu. Beyingücü Dergisi, bu konuyu gündeme getiren popüler eğitim ve bilim yayınlarından biri olarak dikkat çekiyor. Daha önceki sayılarında Dyscalculia'nın ne olduğuna dair yazılara yer veren dergi son sayısında Dyscalculia'nın üzerinde çalışmalar yapılan güncel bir olduğu hatırlatılıyor. Dergi bu sayısındadyscalculia’nın belirtilerini hatırladıktan sonra tedavi yöntemlerine de değiniyor.

Dyscalculia’nın Belirtileri

  • Sayılarla çalışmada zorluk
  • Matematiksel sembollerin kafa karıştırması
  • Basit bilgileri uygulamada zorluk (toplama, çıkarma, çarpma, bölme)
  • Mantık açısından matematikte zorlanma
  • Zamanı anlatmada zorluk
  • Yönlerle ilgili zorlanma
  • Matematikteki genel kavramları anlayamama ve hatırlayamama
  • Stratejik planlamada beceri eksikliği (örn: satranç oynarken)
  • Sayıların geçtiği öğrenmelerde hafıza zayıflığı

Dyscalculia Nasıl Teşhis Edilir?

Öğretmen veya anne-baba çocukta yukarıdaki semptomları fark ettiyse çocuğun bu bozukluğa sahip olup olmadığını kolayca aydınlatabilir. İlk adım olarak aile doktorunuza danışabilirsiniz. Muhtemelen sizi bir uzmana yönlendirecektir. Uzman birtakım testler yaparak bu bozukluğun var olup olmadığını saptayabilir.

Dyscalculia’sı olan bir çocuk ortalama yahut ortalamanın üstünde bir zekâya sahiptir. Fakat matematik alanında bu başarısını açığa çıkaramaz. Bu noktaya dikkat etmek gerekir.

Dyscalculia Nasıl Tedavi Edilir?

Dyscalculia teşhisi konulan çocuğa devlet okulunda genellikle IEP (Bireysel Eğitim Planı) verilir ki çocuk bu sayede özel bir eğitimciden bireysel matematik alanında özel eğitim alabilsin.

Dyscalculia’nın tedavisi yoktur, fakat zamanında fark edilip müdahale edilirse bu çocuklar matematik öğrenebilir ve fonksiyonel hale gelebilirler. Genellikle öğretim, çoklu duyulara ilişkin metotlar ve diğer alternatif metotlarla öğretiliyor ve matematik becerisi kazandırılmaya çalışılıyor. Nitekim basmakalıp öğretiler dyscalculiası olan çocuğa hiçbir yarar sağlamayacaktır.

Dyscalculiası olan çocuğuma nasıl yardım edebilirim?

* Evde matematik oyunları oynayın, genel kavramları gözden geçirin ve pratik yapın. Matematiğe temas etmek yani matematiği hayatın içine almak çocukların en azından basit kavramları algılamalarını kolaylaştıracak bir yoldur.

* Düşündürücü problemler üzerinde çalışın. Resim boyayarak ya da çizim yaparak çocuğunuzun problemi anlamsına yardımcı olabilirsiniz. Çocuğunuzun matematiksel bir algıyla resim çizimlerine veya grafiklere bakmasını sağlayın ve problemi çözmeden önce çocuğunuzun kullandığınız materyalleri anlaması için zaman verin.

* Çocuğunuza problemi sesli bir şekilde okutun ve bunun çocuğunuza yardımcı olup olmadığını inceleyin. Problemi anlayabilmesi için günlük hayattan örnekler verin. Çocuğunuzun zihnine sayıların iyice yer etmesi için grafiklerle süslenmiş kağıtlar kullanabilir ve türlü oyunlar geliştirebilirsiniz. Çocuğunuzun öğretmeniyle görüşebilir, ödev olarak karışık ve dağınık olmayan worksheetler vermesini isteyebilir ve görsel herhangi bir şeyle çocuğunuzun meşgul olmasını engelleyebilirsiniz.

* Dyscalculiası olan çocuğunuza yapabileceğiniz en önemli şey asla vazgeçmemek olacaktır. Unutmayın ki; farklı öğretme metotlarıyla her şey öğrenilebilir!

(www.beyingucudergisi.com)

17 Şubat 2009 Salı

ÖSS'de soru sayıları değişti

Yarımağan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ÖSS'nin bu yıl tek aşamalı olarak son kez gerçekleştirileceğini anımsatarak, bu yıl sınavla ilgili kurallarda hiçbir değişikliğe gidilmediğini vurguladı.

2009-ÖSS'de, sadece bazı testlerin soru sayılarında değişiklik yapıldığını belirten Yarımağan, sınavdaki toplam soru sayısında ise herhangi bir değişiklik olmadığını, sadece testlerin kendi içlerindeki derslere göre soru sayısında düzenlemeye gidildiğini söyledi. ''Sınavdaki testlerin kapsamı'' konusunda daha önce kamuoyuna açıklamada bulunulduğunu anımsatan Yarımağan, şunları kaydetti:

''2009-ÖSS'de adaylara yöneltilecek soru sayıları Fen-1 ve Fen-2 testlerinde Biyoloji'de 8'den 10'a, Kimya'da 9'dan 10'a çıktı, Fizik'te 13'den 10'a indi. Yani Fizik, Kimya ve Biyoloji soru sayıları eşitlendi. Soru sayısı Edebiyat'ta 17'den 20'ye, Coğrafya'da 8'den 10'a çıktı. Tarih, Coğrafya yani Sos-2 testi değişmedi. Psikoloji soruları, Edebiyat-Sosyal'in içinden sadece Sos-2 testine alındı ve bu nedenle soru sayılarında farklılık oldu.''

Yarımağan, bu değişikliğin, 4 yıllık ortaöğretim müfredatındaki bazı değişikliklerden ve haftalık ders programından kaynaklandığını ifade etti.

-''SORULARI BUGÜNKÜ MÜFREDATA GÖRE HAZIRLIYORUZ''-

''Değişikliklerden geçmiş yıllarda mezun olan adayların olumsuz etkilenip etkilenmeyecekleri'' sorusu üzerine Yarımağan, şunları söyledi:

''Müfredatta konular itibarıyla ne kadar değişiklik var o detayları bilmiyorum ama çok fazla mağdur olmaları söz konusu değil. MEB'in yaptığı değişiklikler en azından biçimsel yönden değişiklikler... Mesela eskiden coğrafya derslerinin isimleri Ülkeler Coğrafyası, Türkiye Coğrafyası gibi adlandırılırken şimdi bütün bu derslere sadece Coğrafya diyorlar. Biz de ona uygun değişiklikler yapmak zorunda kaldık. Mesela, geçen seneki testin kapsamına Ülkeler Coğrafyası diyorduk, bu sene sadece Coğrafya dedik.

Biz tabii sorularımızı mevcut müfredata göre sorarız. Mesela 10 yıl önce okutulmayan bir konu bugün okutulmaktadır, dolayısıyla biz oradan soru sorarız. Biz sorularımızı bugünkü mevcut müfredata göre hazırlıyoruz. Yıllar itibarıyla özellikle uzun dönemlerde bazı değişiklikler olmuşsa geçmiş yıllarda mezun olan adayların buna dikkat etmeleri lazım.''

-''ADAY SAYISI AZALIR''-

Bu yıl ÖSS'ye başvuracak aday sayısında azalma olacağını tahmin ettiğini kaydeden Yarımağan, şöyle konuştu:

''Geçen yıl kontenjanlarda biraz artış oldu. O artış nedeniyle üniversitelere yerleştirdiğimiz aday sayısı arttı. Dolayısıyla eski mezunlardan bekleyen kitlede bir azalma oldu. Yeni mezunlardan başvuracaklarda ise bir farklılık olmaz. Yeni mezun sayısının yine 800 bin dolayında olacağını tahmin ediyorum. Fakat eski yıllarda mezun olup sınava girenlerin sayısında bir azalma olacağını, dolayısıyla toplam sayının 1.5 milyon civarında belki altında olacağını tahmin ediyoruz.''

ÖSS'ye başvurmak için bekleyen geçmiş yıllardaki mezunlardan ne kadar azalma beklendiği şeklindeki soruya Yarımağan, ''Bir önceki yıla göre 150-200 bin dolayında bir azalma olacağını tahmin ediyorum'' yanıtını verdi.

-ŞİFRE UYARISI-

Yarımağan, ÖSS'ye yeni başvuracak adayları, kendilerine verilecek şifre konusunda uyardı. Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sistemi'ne (ÖSYS) başvurduklarında adaylara bir şifre verildiğini belirten Yarımağan, şunları kaydetti:

''Bu şifre son derece önemli. Adayların, gerek internete girerek bilgilerini kontrol etmeleri, gerek tercihleri internet üzerinden yapmaları, gerekse daha sonraki yıllarda girecekleri sınavlar için hep aynı şifre gerekli. Şifrelerini kaybetmemelerini istiyoruz. Şifresini kaybeden adaylar hem kendileri sıkıntı çekiyor hem biz çekiyoruz. Dolayısıyla şifresini alan adayın hem bunu kimseye göstermemesini hem de kendisinin kaybetmeyeceği şekilde sağlıklı biçimde saklamasını öneriyorum. Nasıl banka hesaplarımızla ilgili şifreleri saklıyorsak adaylar için de ÖSYM şifresi son derece önemli, kredi kartı şifresi gibi.

Aksi halde sonradan şikayetler alıyoruz. Kaybeden, unutan adayların şifreyi alabilmek için sınav merkezi yöneticiliklerine gitmeleri lazım. Her ilçede sınav merkezi yöneticiliği yok. Mesela şu anda İstanbul'da şifre almak için Üsküdar'a gidiyorlar. Adayın Bakırköy'de oturduğunu düşünün, Üsküdar'a gidip şifre alması bir gününe mal olur.''

Söz konusu şifreyi daha önce internet üzerinden veya dilekçeyle başvuru halinde adaylara verdiklerini anlatan Yarımağan, ancak bazı sorunlarda karşılaştıklarını dile getirdi. Yarımağan, şöyle devam etti:

''Adayların birbirinin yerine şifre alıp, onların yerine tercih yapmaları gibi örnekler oldu birkaç tane. Bu, hukuki sorun yaratıyor. Adaylar bundan çok olumsuz etkileniyorlar. Şifresini kaybedenlere, şifreyi adayı bizzat görerek veriyoruz. Yani şahsen başvurmaları gerekiyor. İnternet üzerinden şifre verirken, adını soyadını TC kimlik numarasını soruyorduk. Bu bilgileri elde etmek zor değil. O zaman da aday diyor ki 'Ben tercih yapmadım bir başkası benim yerime yapmış'. Bu tip tartışmalı durumdan kurtulmak için şifreyi bizzat adaya veriyoruz. Onun için de sınav merkezi yöneticiliğimize gitmesi gerekiyor.''

Yarımağan, adayların söz konusu şifreyle internet üzerinden, belge gerektiren bilgiler dışındaki bilgileri, sınav yeri ve adres bilgilerini değiştirebildiklerini ve tercih işlemlerini gerçekleştirebildiklerini anlattı. Yarımağan, ''Adaylara internet üzerinden birtakım kolaylıklar sağlıyoruz ama bu kolaylıkların adayların canını yakmaması için herkesin şifresine sahip olması gerekir. ÖSYM ile ilişkileri olduğu sürece bu şifreye ihtiyaç duyacaklar'' diye konuştu.

ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ünal Yarımağan, 2009-ÖSS'ye başvuru süresinin 27 Martta sona ereceğine işaret ederek, adayların son günü beklemeden başvurularını yapmalarını istedi.

AA


kaynak

16 Şubat 2009 Pazartesi

(öss korkusu)

Bugün hava kapalı “Acaba öğleden sonra açar mı?” diye, kimsenin kaygılandığı da yok. Herkes bir koşuşturma içinde sınav yerine ulaşmaya çalışıyor. Zira kaygılar büyük; dershaneye gidilmiş, anne babaya karşı sorumluluk var, kaç puan alınacak, tabi gelecekte buna bağlı… İyi bir puan alınırsa iyi bir sosyal hayata ve etikete sahip olunacak. Her şey bir kaç saate bağlı olarak akıp gidecek. Öyle ya kimsenin, “bugün güneş -acaba- bulutların arkasından çıkacak mı?” diye düşünmeye vakti yok. Oysa güneş ışınları depresif duyguları azaltır ve hayata karşı umudunuzu perçinler.

Kaygılısın biliyorum ama kaygı güzeldir. Bir işe uğraş verirken kaygı varsa, başarı vardır. Kaygı yoksa saman kıvamında bir basitlik çöreklenir yaptığın işin tam ortasına. Kaygı yoksa başarı da yoktur.

Korkularınız olacak tabi ama bu korkuları beyninizde oluştururken dürüst davranın... Gerçekten sınav sisteminin sizden istediği gibi hazırlanabildiniz mi? Eksikleriniz mi var, yoksa bu sistem sizin çalışma ve öğrenme kapasitenize ters mi? Önce bu soruların cevabını bulun. Daha sonra korkulara kapılın. Üstelik bazı insanları her ne kadar eğitime zorlasanız da belli bir yere kadar algılama ve anlama potansiyelleri vardır ve onun dışına çıkamazlar. Bunu da unutmadan, sınırınızı belirleyip kazana(bileceğiniz)cağınız alana yönlendirin kendinizi.

Bir çift sözümde araştırmacılara; Neymiş efendim korku ve kaygı sınav başarısını düşürürmüş. Neden düşürsün? Sınav kaygısı olmayan bir öğrenci ile sınav kaygısı olan bir öğrenci arasındaki puan farkına bakın ne dediğimi daha iyi anlarsınız.

Siz şimdi çok kaygılıyım, çok korkuyorum, çok heyecanlıyım… diye, sakın üzülmeyin bunlar olağan şeyler. Önemli olan bunun dozunu abartıp sağlık sorunlarına -karın ağrısı, mide bulantısı, kalp çarpıntısı, uykusuzluk, sınav anında tireme… - dönüştürmemektir. Hem şu saatten sonra korkman, senin için sadece sınav anında panikleyip soruları yanlış cevaplamana sebep olmaktan öteye geçemez. Keşke beş ay önce korksaydın… O zaman sınav korkusunun aslında ne kadar güzel bir şey olduğunu daha iyi anlardın.

Şimdi en keyif aldığın uğraşla meşgul ol, nede olsa sınava gün kalmış. Güneşe dokun, o da sana dokunsun… Sevdiklerinle sıradan bir günü nasıl geçiriyorsan öyle bir gün geçir. Zira yarın ÖSS var diye dünyanın son günü değil! Nefes alıp verdiğin sürece başaramayacağın hiçbir şey yok. Yeter ki kaygılarını ve korkularını doğru zamanda ve yerde kullanmayı öğren.

Bak sınav bitti… Salondan çıktın, hava açılmış, güneş tüm güzelliğiyle sana ve yaza ‘Merhaba!’ diyor. Hani gökyüzünde farkında bile olmadığın kapanıklılık vardı ya gök kubbeyi terk etmiş. Sen hızla okulun merdivenlerinden iniyorsun. Kapının önünde bir teyze sınav sorularından sonra hayata dâhil ilk soruyu soruyor; “Nasıldı?” Derin bir nefes alıp “İyi” diyorsun. Aslında ‘iyi’ kelimesinin orada yüklendiği anlamı sen bile bilmiyorsun...

Pekâlâ, bu sınava hazırlandıysan ve dürüstçe “Ben hazırım.” diyorsan, gün bugündür. Gün senin günündür. Haydi, kolay gele…

ÖSS’ye girecek tüm öğrencilere başarılar diliyorum. ‘Sınavın nasıl geçti?’ sorusuna ‘iyi’ cevabını verirken ‘Hayatın nasıl geçiyor?’ sorusunun cevabını hazırlamayı unutmayın olur mu? Başarı sizinle olsun…

Kaynak

15 Şubat 2009 Pazar

SORULAR

KAREKÖKLER


RESMİ BÜYÜTMEK İÇİN ÜSTÜNE TIKLAYINIZ..

14 Şubat 2009 Cumartesi

GİDİLECEK YOL

Afrika kâşiflerinden gezgin David Livingstone'a Güney Afrika'daki bir dernek şu mektubu göndermişti:

— Bulunduğunuz yere ulaştıracak iyi bir yol buldunuz mu? Eğer buldunuzsa, bize bildirin de size katılmak isteyenleri yanınıza gönderelim.

Livingstone'un bu isteğe cevabı şu oldu:

— Eğer buraya iyi yol varsa gelmek isteyenleri ben istemiyorum. Benim, yol olmadığı halde buraya gelmek isteyenlere ihtiyacım var.

Yolu olan yere herkes gider.

Hüner, yolu olmayan yere varmayı başarmaktır.

Tüm keşifler, bu gibi azimli insanların eseridir.

13 Şubat 2009 Cuma

YEŞİM TAŞI

Genç bir adam, değerli taşlara ilgi duyarmış ve
mücevher ustası olmaya karar vermiş. "
Bu mesleği yapacaksam,
iyi bir mücevher ustası olmalıyım" diye düşünmüş ve ülkedeki
en iyi mücevher ustasını aramaya başlamış. Sonunda bulmuş,
yanına varmış, bir süre bekledikten sonra usta tarafından
kabul edilmiş. "Anlat, dinliyorum" demiş usta. Genç adam
anlatmaya başlamış; taşlara ilgi duyduğunu ve iyi bir
mücevher ustası olmaya karar verdiğini heyecanla anlatmış.

Yaşlı usta sesini çıkarmadan genç adamı dinlemiş, sözleri
bitince de ona bir taş uzatmış, "Bu bir yeşim taşıdır" dedikten
sonra genç adamın avucuna taşı bırakmış ve avucunu kapatmış.
"Avucunu aynen böyle kapalı tut ve bir yıl boyunca hiç açma.
Bir yıl sonra tekrar gel. Haydi şimdi güle güle" demiş ve
şaşkın genç adamı öylece bırakıp kalkmış, odadan çıkmış.

Genç adam evine dönmüş, kendisini merakla bekleyen
annesiyle babasına neler olduğunu anlatmış. Anlattıkça da
kendisine çok anlamsız gelen bu hareketi ve soğuk
konuşması nedeniyle kızdığı ustaya olan öfkesi
artıyormuş. Günler geçmeye başlamış. Genç adam
sürekli söyleniyor ama avucunu hiç açmıyormuş.

"Nasıl böyle budalaca bir şey yapmamı ister.
Bir de ülkenin en iyi mücevher ustası olacak.
Bu saçmalığa bir yıl boyunca nasıl katlanacağım,
böyle bir eziyetle nasıl yaşarım. Bu ne biçim ustalık.
Ustalık kaprisi yapacaksa, bari başından yapmasaydı."
diye devamlı söyleniyor, her önüne gelene
ustadan yakınıyor ama avucunu hiç açmıyormuş.

Avucu kapalı uyuyor, bütün işlerini diğer eliyle yapıyormuş.
Ve bu duruma da giderek alışmaya, diğer elini çok rahat
kullanmaya başlamış. Uyurken de yanlışlıkla avucu açılıp
taş düşmesin diye hep yarı uyanık uyuyormuş.

Böylece bir yıl geçmiş, her günü zorluklarla dolu,
her gecesi de yarım uykuyla yaşanmış bir yılı tamamlamış.
Ve o gün gelmiş. Genç adam tam bir yıl sonra,
büyük ustanın karşısına çıkmış.
Usta bir süre beklettikten sonra yanına gelince,
genç adam ne kadar saçma bulursa bulsun,
bu sınavı başarıyla tamamlamış olmanın verdiği
gururla elini uzatmış, avucunu açmış.

"İşte taşın" demiş, "Bir yıl boyunca avucumda taşıdım,
şimdi ne yapacağım?" Yaşlı usta sakin bir sesle cevap
vermiş: "Şimdi sana bir başka taş vereceğim, onu da
aynı şekilde bir yıl boyunca avucunda taşıyacaksın."
Bu söz üzerine genç adam bütün sükunetini
kaybetmiş, bağırıp çağırmaya başlamış.

Yaşlı ustayı bunaklıkla, delilikle suçlamış,
mücevher ustalığını öğrenmek için gelen genç bir insana
böyle eziyet ettiği için, hasta olduğunu bağıra çağıra
söylemiş. Genç adam bağırıp çağırırken,
yaşlı usta ona hissettirmeden birtaşı avucuna sıkıştırmış.
Öfkeden yüzü kıpkırmızı genç adam, bir yandan bağırıp
çağırırken avucundaki taşı hissetmiş. Durmuş, taşı
biraz daha sıkmış ve heyecanla konuşmuş:
"BU TAŞ, YEŞİM TAŞI DEĞİL USTA!"



Öğrenmek için zaman gerekir,
sabır gerekir, ustaları izlemek gerekir.
Dünya hızlandıkça zaman kısalabilir
ama öğrenmenin esası değişmez.

11 Şubat 2009 Çarşamba

**DUYURU**

Arkadaşlar 14.02.2009 günü okulda ehliyet sınavı olacağından dolayı ders yapılmayacaktır.15.02.2009 Pazar günü derslerimiz 08:30'da başlayacaktır.En güzel günlerin sizlerle olması dileğiyle.Pazar sabahı görüşürüz :)))))

10 Şubat 2009 Salı

EFLATUN'A SORMUŞLAR

Eflatun'a iki soru sormuşlar.

Birincisi;

"İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nedir?"

Eflatun tek tek sıralamış:

- Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne varki çocukluklarını özlerler...

- Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler, sonra sağlıklarını geri almak için para öderler...

- Yarından endişe ederken bugünü unuturlar. Dolayısıyla ne bugünü ne de yarını yaşarlar...

- Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler...

Sıra gelmiş ikinci soruya;

"Peki sen ne öneriyorsun ?"

Bilge yine sıralamış:

- Kimseye kendinizi "sevdirmeye" kalkmayın! Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi "sevilmeye" bırakmaktır...

- Önemli olan; hayatta "en çok şeye sahip olmak" değil "en az şeye ihtiyaç duymaktır".

Eflatun

9 Şubat 2009 Pazartesi

YOLUMUZDAKİ ENGELLER

Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine
kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu.
Bakalım neler olacak?.
Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları,
saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene
kadar. Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler.
Pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar
vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu. Sonunda bir
köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu.
Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı
ve ıkına sıkına itmeye başladı. Sonunda kan ter içinde kaldı
ama, kayayı da yolun kenarına çekti. Tam küfesini yeniden
sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin
durduğunu gördü. Açtı. Kese altın doluydu. Bir de kralın notu
vardı içinde.

"Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir" diyordu kral.

Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı.

"Her engel, yaşam koşullarınızı daha iyileştirecek bir fırsattır."

7 Şubat 2009 Cumartesi

ÖĞRETMEN

Öğretmenin adı bayan Thompson'du ve 5.sınıf öğrencilerinin
önünde ayakta durduğu ilk gün onlara bir yalan söyledi. Çoğu
öğretmen gibi, onlara baktı ve hepsini aynı derecede
sevdiğini söyledi. Bu mümkün değildi, çünkü orada en önde,
sırasına adeta çökmüş gibi oturan küçük bir öğrenci vardı.

Adı Teddy Stoddard. Bir önceki yıl, bayan Thompson,
Teddy'i gözlemiş, onun diğer çocuklarla oynayamadığını;
giysilerinin kirli ve kendinin de hep banyo yapması gereken
bir halde olduğunu görmüştü ve Teddy mutsuz da olabilirdi.

Çalıştığı okulda bayan Thompson, her öğrencinin geçmişteki
kayıtlarını incelemekle de görevlendirilmişti ve Teddy'nin
bilgilerini en sona bırakmıştı. Onun dosyasını incelediğinde
şaşırdı. Çünkü; birinci sınıf öğretmeni:
"Teddy zeki bir çocuk ve her an gülmeye hazır.
Ödevlerini düzenli olarak yapıyor ve çok iyi huylu...
Ve arkadaşları onunla olmaktan mutlu..." diye yazmıştı.

İkinci sınıf öğretmeni:
"Mükemmel bir öğrenci, arkadaşları tarafından sevilen,
fakat evde annesinin amansız hastalığı onu üzüyor ve
sanırım evdeki yaşamı çok zor.." diyordu.

Üçüncü sınıf öğretmeni:
"Annesinin ölümü onun için çok zor oldu. Babası ona
yeterince ilgi gösteremiyor ve eğer birşeyler yapılmazsa
evdeki olumsuz yaşam onu etkileyecek.“ diye yazmıştı.

Dördüncü sınıf öğretmenine gelince:
"Teddy içine kapanık ve okula hiç ilgi göstermiyor,
hiç arkadaşı yok ve bazen sınıfta uyuyor." demişti.

Şimdi bayan Thompson sorunu çözmüştü ve kendinden
utanıyordu. Öğrenciler ona güzel kağıtlara sarılmış süslü
kurdelerele paketlenmiş yeni yıl hediyeleri getirdiğinde
kendini daha da kötü hissetti. Çünkü Teddy'nin armağanı
kaba kahverengi bir kese kağıdına beceriksizce sarılmıştı.
Bunu diğer öğrencilerin önünde açmak ona çok acı verdi.

Bazıları, paketten çıkan sahte taşlardan yapılmış,
birkaç taşı düşmüş bileziği ve üçte biri dolu parfüm şişesini
görünce gülmeye başladılar, fakat öğretmen, bileziğin
ne kadar zarif olduğunu söyleyerek ve parfümden de birkaç
damlayı bileğine damlatarak onların bu gülmelerini bastırdı.

O gün okuldan sonra Teddy öğretmenin yanına gelerek;
"Bayan Thompson, bugün hep annem gibi koktunuz" dedi.

Çocuklar gittikten sonra öğretmen yaklaşık bir saat kadar
ağladı. O günden sonra da çocuklara okuma, yazma,
matematik öğretmekten vaz geçerek onları
eğitmeye başladı. Teddy'ye özel bir ilgi gösterdi.
Onunla çalışırken zekasının tekrar canlandığını hissetti.
Ona cesaret verdikçe çocuk gelişiyordu. Yılın sonuna dek,
Teddy sınıfın en çalışkan öğrencilerinden biri olmuştu.

Öğretmenin, hepinizi aynı derecede seviyorum yalanına
karşın Teddy, onun en sevdiği öğrenci olmuştu.

Bir yıl sonra, kapısının altında bir not buldu. Teddy'dendi.
Tüm yaşantısındaki en iyi öğretmenin kendisi olduğunu
yazıyordu. Ondan yeni bir not alana kadar 6 yıl geçti.
Notunda liseyi bitirdiğini ve sınıfındaki üçüncü en iyi öğrenci
olduğunu ve bayan Thompson'un halâ hayatında gördüğü
en iyi öğretmen olduğunu yazıyordu. Dört yıl sonra, bir mektup
daha aldı Teddy'den. O arada zamanın onun için zor olduğunu
çünkü üniversitede okuduğunu ve çok iyi dereceyle mezun
olmak için çok çaba sarfetmesi gerektiğini yazıyordu. Ve
bayan Thompson halâ onun hayatında tanıdığı en iyi öğretmendi.
Daha sonra dört yıl daha geçti ve bir mektup daha geldi.
Çok iyi bir dereceyle üniversiteden mezun olduğunu ama daha
ileriye gitmek istediğini yazıyordu. Ve halâ bayan Thompson
onun tanıdığı ve en çok sevdiği öğretmendi.
Bu kez mektubun altındaki imza biraz daha uzundu.
Theodore F.Stoddard Tıp Doktoru.

Bu hikaye burda bitmedi. İlkbaharda bir mektup daha aldı
bayan Thompson. Teddy hayatının kızıyla tanıştığını
ve evleneceğini yazmıştı. Babasının birkaç yıl önce öldüğünü,
bayan Thompson'un düğünde damadın anne ve babası için ayrılan
yere oturup oturamayacağını soruyordu. Tabii ki oturabilirdi.

Tahmin edin ne oldu?
Bayan Thompson törene giderken özenle sakladığı
birkaç taşı düşmüş olan o bileziği taktı,
Teddy'nin ona verdiği ve annesi gibi koktuğunu
söylediği parfümden sürmeyi de ihmal etmedi.

Birbirlerini sevgiyle kucaklarlarken, Teddy, onun kulağına
"Bana inandığınız için çok teşekkürler bayan Thompson,
kendimi önemli hissetmemi sağladığınız için ve beni
böyle değiştirdiğiniz için de..." diye fısıldadı.

Bayan Thompson gözünde yaşlarla ona karşılık verdi:
"Yanılıyorsun Teddy... Ben değil, sen bana öğrettin.

Seninle karşılaşıncaya kadar
ben öğretmenliği bilmiyormuşum..!"

....Duyuru....


Sevgili Arkadaşlar Cumartesi günü; bizden kaynaklanmayan nedenlerden ötürü yaşanan sıkıntılar için sizden özür dileriz...Devamlarınızı bekliyoruz :))

4 Şubat 2009 Çarşamba

MUCİZE....

" EN OLMAYACAK YERDE,
EN OLMAYACAK ZAMANDA
EN OLMAYACAK OLAY,
HER ZAMAN VE HER YERDE OLABİLİR."


MUCİZE....

Sally, küçük kardeşi George hakkında
anne ve babasının konuşmalarını duyduğu zaman
yalnızca sekiz yaşındaydı. Kardeşi çok hastaydı ve onu
kurtarabilmek için ellerinden gelen herşeyi yapmışlardı.
George'nin yalnızca çok pahalıya malolacak bir ameliyatla
kurtulma şansı vardı fakat bunun için yeterli paraları yoktu.
Babasının, umutsuz bir biçimde annesine şöyle fısıldadığını
duymuştu Sally: "Yalnızca bir mucize onu kurtarabilir." Bu
sözleri duyar duymaz, usulca kendi odasına yürüdü Sally.
Domuz biçimindeki kumbarasını gizlediği yerden
çıkartarak içindeki paraları yavaşça yere dökerek
saymaya başladı. Yanılgıya düşmemek için tam
üç kez saydı kumbaradan çıkardığı bozuk
paraları. Sonra hepsini cebine koyarak
aceleyle evden çıkıp, köşedeki
eczaneye gitti.

Eczacının dikkatini çekebilmek
için büyük bir sabırla bekledi. Eczacı
çok yoğundu ve bir adama ilaçlarını nasıl
kullanacağını anlatıyordu. Bu yoğun çalışmanın
arasında sekiz yaşındaki bir çocukla ilgilenmeye
hiç niyeti yoktu ama Sally'nin beklediğini görünce
"Evet, ne istiyorsun söyle bakalım" dedi. "Biraz acele et,
gördüğün gibi beyefendiyle ilgileniyorum" diyerek yanındaki
şık giyimli adamı gösterdi. Sally "Kardeşim" dedi. Sessizce
yutkunduktan sonra devam etti: "Kardeşim çok hasta,
bir mucize almak istiyorum." Eczacı Sally'e bakarak:
"Anlayamadım" dedi. "Şeyy, babam 'Onu ancak
bir mucize kurtarabilir' dedi, bir mucize kaç
paradır, bayım?" Eczacı Sally'e sevgi ve
acımayla baktı bu kez: "Üzgünüm
küçük kız, biz burada mucize
satmıyoruz, sana yardımcı
olamayacağım" dedi.

Sally o kadar kolay vazgeçmek istemedi.
Eczacının gözlerinin içine bakarak "Karşılığını
ödemek için param var benim, bana yalnızca fiyatını
söylemeniz yeterli" dedi. Bu arada Sally ve eczacının
yanında bekleyen iyi giyimli bey Sally'e dönerek "Ne tür
bir mucize gerekiyor kardeşin için küçük hanım? diye sordu.
"Bilmiyorum" dedi Sally. Sonra gözlerinden aşağı süzülen
yaşlara aldırmaksızın devam etti: "Tek bildiğim, o çok hasta
ve annem ameliyat olmazsa kurtulamayacağını söyledi ailemin
de ameliyat için ödeyebilecekleri paraları yok. Ama babam
"Onu ancak bir mucize kurtarabilir" deyince ben de
paramı alıp buraya geldim." "Peki, ne kadar paran
var?" diye sordu iyi giyimli adam. " Bir dolar
ve onbir sent" dedi Sally. "Ve dünyadaki
tüm param bu!" "Bu iyi bir şans, küçük
kardeşini kurtarmak için gerekli olan
mucize için yeterli bu para"
dedi, iyi giyimli adam.

Adam bir eline parayı aldı, öteki
eliyle de Sally'nin elini tutarak "Beni
yaşadığın yere götürür müsün lütfen?" diye
sordu. "Küçük kardeşini ve aileni tanımak istiyorum"
dedi. İyi giyimli adam Dr. Carlton Armstrong'du ve George
için gerekli olan ameliyatı yapabilecek tanınmış bir cerrahtı.
Ameliyat başarıyla sonuçlanmış ve aile hiçbir ödeme yapmamıştı.
Hep birlikte mutluluk içinde evlerine döndükleri zaman hâlâ
yaşadıkları olayların etkisinden kurtulamamışlardı. Anne:
"Hâlâ inanamıyorum. Bu ameliyat bir mucize! Doğrusu
maliyeti ne kadardır merak ediyorum" dedi. Sally
kendi kendine gülümsedi. O bir mucizenin kaça
malolduğunu çok iyi biliyordu. Tam
tamına bir dolar ve onbir sent!

NİYE BEN

Brenda yamaç tırmanışı yapmak isteyen genç bir kadındı. Bir gün cesaretini toplayarak bir grup tırmanışına katıldı. Tırmanacakları yere vardıklarında, neredeyse duvar gibi dik, büyük ve kayalık bir yamaç çıktı karsılarına. Tüm korkularına rağmen, Brenda azimliydi. Emniyet kemerini taktı, ipi yakaladı ve kayanın dik yüzüne tırmanmaya başladı. Bir süre tırmandıktan sonra, nefeslenebileceği bir oyuk buldu...

Orada asılı dururken, gruptan yukarıda ipi tutan kişi dalgınlığa düşerek ipi gevşetiverdi. Aniden boşalan ip, hızla Brenda'nın gözüne çarparak lensinin düşmesine neden oldu. Lens çok küçüktü ve bulunması neredeyse imkansızdı. Lens yamacın ortasında bir yerlerde kalmıştı ve Brenda artık bulanık görüyordu.

Ümitsizlik içinde Brenda, lensini bulması için Allah'a dua edebilirdi yalnızca... Ve içten içe düşünüp dua etmeye başladı. "Allah'ım! Sen bu anda buradaki tüm dağları görürsün. Bu dağlar üzerindeki her bir taşı ve yaprağı bildiğin gibi, benim lensimin yerini de biliyorsun. Onu bulmama yardım et."

Patikalardan yürüyerek aşağı indiler. Aşağı indiklerinde, tırmanmak üzere oraya doğru gelen yeni bir grup gördüler. İçlerinden biri "Aranızda lens kaybeden var mı?" diye bağırdı.

Brenda'nın sonradan öğrendiğine göre, lensi bir karınca taşıyordu ve karınca yürüdükçe yavaşça kayanın üzerinde hareket edip parlayan lens kızların dikkatini çekmişti. Eve döndüklerinde Brenda lensini nasıl bulduklarını babasına anlattı. Bir karikatürcü olan babası da ağzıyla lens taşıyan bir karınca resmi çizerek, karıncanın üzerindeki baloncuğa şunları yazdı:

"Allah'ım! Bu nesneyi neden taşıdığımı bilemiyorum. Bunu yiyemem ve neredeyse taşıyamayacağım kadar ağır. Ama istediğin sadece bunu taşımamsa, senin için taşıyacağım..."

"BU YÜKÜ NİYE TAŞIYORUM" demeyin...

3 Şubat 2009 Salı

SİYAH VE BEYAZ KÖPEKLER

Yaşlı kızıldereli reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki kurt köpeğini izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve oniki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli
o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı.

Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri kurt köpeğiydi bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olduğunu düşünüyor, dedesinin ikinci köpeğe neden ihtiyacı olduğunu ve renklerinin neden illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık.

O merakla, sordu dedesine: Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.

- "Onlar" dedi, "benim için iki simgedir evlat."
- "Neyin simgesi" diye sordu çocuk.
- "İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.

Çocuk, sözün burasında; "mücadele varsa, kazananı da olmalı" diye düşündü ve her çocuğa has, bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:

- "Peki" dedi "Sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?"

Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa.

- "Hangisi mi evlat? Ben, hangisini daha iyi beslersem!"

1 Şubat 2009 Pazar

YALNIZLIK HALLERİ

Yalnız kimse, kimseye günaydın diyemez.
Sofraya tek tabak, tek kaşık, tek çatal ve tek bıçak koyar.
Lavabonun boşalmasını beklemek zorunda kalmaz.
Hep tek kişilik bilet alır. Yan koltuk ya boştur ya da tanımadığı biri tarafından doldurulur.
Bütün konuşmaları kendi kendinedir.
Telefonunu sadece numarayı yanlış tuşlayanlar arar.
Posta kutusunda sadece faturalar vardır.
Sinemada filmi kimsenin elini tutmadan izler.
Işıkları hep kendi söndürür.
Aynasında sadece kendisiyle göz göze gelir.
Diş fırçası başkasının fırçasıyla asla karışmaz.
Kimsenin doğum gününü hatırlamak zorunda değildir, kimse de onunkini.
istediği kanalı izler ama aldığı zevki ya da duyduğu nefreti paylaşamaz.
istediği saatte yatar ama "Allah rahatlık versin" sözünü duymadan.
Sadece kendi dualarına "âmin" der.
Sadece kendine masaj yapar.
Sadece kendi ellerini ısıtır.
Sadece "kendini" düşünür, "kendini" dinler.
Kimseyi anlamaz, "kendisi" dahil.
Kimseden ismini duymaz, kimsenin ismini telaffuz etmek zorunda kalmaz.
Hiçbir şeyi paylaşmaz, yalnızlığı dahil.
Yalnızın herşeyi sırdır, her hatırası itiraf.
Kendini eleştirir kıyasıya, kendini yine kendisi savunur.
En çok çoraplarını kıskanır.
Yalnız, yalnız yaşar, ama yalnızca yaşamaz, aynı zamanda ölüdür.